12 Nisan 2014 Cumartesi

Sürmene Bıçağı, Post-10

Sürmene Bıçağı

Sürmene'deki bıçakçılık aslında çok çok eskilere uzanmakta. Bir rivayete göre tarihten önce 1000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Evliya Çelebi Seyahatname'sinde gemilerini Sürmene Yeniay limanında tamir ettirdiklerini, kesici aletlerini de Sürmene'de tamir ettiklerini belirtmiştir. Sürmene'de bıçağın imal edilmesinde bölgedeki maden kaynaklarının zengin olmasının payı elbette büyüktür. Ayrıca bıçağa su verme işi öncelerden yunus yağı kullanılarak yapılıyordu. O dönemlerde yunus avcılığı serbestti ve Sürmene'de yunus avcılığı oldukça popüler bir gelir kaynağıydı.

Özellikle Rum bıçak ustaları yunus yağını kullanarak muhteşem bıçaklar üretiyorlardı. Yakın tarihte ise Sürmene bıçağının gelişmesi için çok önemli bir olay söz konusu olmuştur. İstiklal harbinden önce Sürmene'yi işgal eden Ruslar bir daha Sürmene'yi terk etmeyecekmiş gibi Sürmene içine iskeleye gelen gemilerin mallarını içerilere taşımak için raylı vagon sistemi kurdular. Oldukça külfetli ve zahmetli bir iş olan raylı sistemi Ruslar çok kısa bir sürede Sürmene'de kurdular ve çalıştırmaya başladılar. Tabi ki her şey umdukları gibi olmadı ve "geldikleri gibi gittiler". Raylı sistem bir müddet daha kullanıldıktan sonra rayların ve vagonların demirleri bıçakçı ustalar tarafından satın alındı. Bu vagon demirlerinin bıçak yapımında kullanılmasıyla bıçakçılık çok gelişti.

Çakısından ekmek bıçağına, dekor bıçağından satırına, fileto bıçağından tıbbi bıçaklara kadar bir çok Sürmene bıçağı Sürmene'de üretildi ve halen üretilmekte. Lakin bunların en meşhur olanı Meşhur Sürmene Oluklu Kaması'dır.
 
Oluklu Kama
Cumhuriyet döneminde oldukça meşhur olan bu kama neredeyse her delikanlının belinde mevcut idi. 1952 yılında üretimi ve satılması yasaklanan Sürmene Oluklu Kama Bıçağı en meşhur Sürmene bıçağıdır ve Sürmene bıçağını popüler kılan önemli figürlerdendir. Üretimi ve satılması yasak olan bu kama halen gizli olarak Sürmene'de üretilmekte ve el altından satılmaktadır. Kavga ve horonda kullanılan boynuzdan yapılan sapı 10 cm, dövme çelik olan uç kısmı 12 cm, toplam 22 cm boyunda, sivri uçlu delici geleneksel bıçak türü.
Sürmene Çakısı


1952 yılında suç aleti kapsamına alınıp, üretimi ve satılması yasaklanana kadar, Sürmene’de 250 civarında ev imalathane-sinde üretilmekteydi. Sürmene’de bıçak üretiminin yaygınlığının nedeni balıkçılığın yaygın olmasıydı; bıçağa su verme işlemini bile Yunus balığının için-de yapanlar vardı. Sürmene’li ustaların diğer bir özelliği de Anadolu’da diğer geleneksel bıçak yapımcıları olan Afyon, Tosya, Bursa bıçakçıların-dan farklı olarak, imalatta kullandıkları pek çok aleti de kendilerinin imal etmesiydi.
                                                       Sürmene Bıçağı Yapımı

Bıçağın tesviyesini motor kullanmadan, toprağa saplanmış iki çatallı direğin ortasına geçirilmiş bir bileği taşını el yardımıyla döndürerek yaparlardı. Sap kısmını oluşturan boynuz ısıtılarak kalıba koyulur, mengene ile sıkıştırılıp, şekil verilir, üzerine gümüş işleme süs takılırdı. Sürmene bıçağının kılıfının dışı buzağı derisinden, içindeki hazne ise kızılağaç odunundan yapılır, içi küçük bir meyve bıçağının nadiren bir üçüncü bıçağın daha gireceği şekilde oyulurdu. Bıçakçılık mesleği kuyumculuk, bakırcılık benzeri pek çok meslek gibi Rumlar sayesinde yayılmış ve zamanla Müslümanlar tarafından benimsenmişti.



Serender, Post-9

Serender

Serender, genellikle Orta ve Doğu Karadeniz'e özgü, kırsal yörelerde görülen mimari bir yapıdır. Yapı, dört direk üzerine oturtulmuş bir tür odadır. Mutlaka evin dışında bulunur, kesinlikle ev ile serender arasında herhangi bir geçit, köprü bulunmaz. Yerden yüksekliği yaklaşık 5-7 metredir. Genellikle kare şeklinde tasarlanmıştır. Serenderin bölgede yüzyılı aşkın süredir kullanıldığı tahmin edilmektedir. Yapımında ahşap dışında herhangi bir malzeme kullanılmamaktadır.Yapının üstü sac veya "harduma" adı verilen yassı olarak yontulmuş ya da kesilmiş tahtalarla örtülerek su geçirmesi engellenir. Ancak yan taraflarında 20-30 cm. boyunda, bir buçuk iki santim genişliğinde ızgaralar bulunur. Bu ızgaraların yapılma amacı serenderin içerisine hava döngüsü oluşturmaktır. Genellikle yiyeceklerin saklanması ve mısır kurutma işleminin gerçekleştirilmesi için kullanılmak maksadıyla yapılmışlardır. Yerden yüksek olması ürünlerin haşerelerden ve yaban hayvanlarından korunmasını sağlar. Yapıya, genellikle akasya ağacından yapılan seyyar bir merdiven ile çıkılır ve inilir. Bu direklerin yukarı kısmına teneke çakılarak kaplanması veya tahtadan dört tekerlek konulması vasıtasıyla yapıya fare ve çeşitli böceklerin ulaşması engellenir. Turşudan pekmeze, fındıktan cevize kadar birçok ürünün saklandığı ahşap serender ürünün uzun süre taze kalmasını sağlıyor.
 
Trabzon Atapark Serender
Eski tip serenderler de, bilhassa eski köklü ailelerin serenderlerinde ince ahşap işçiliğinin güzel örnekleri göze çarpar. Eski tip serenderlerin yapımı artık gerçekleştirilmemekle birlikte, bölgenin turistik hale gelmesiyle serendere benzer, yerden yüksek odalar yapılmış ve turistlere yönelik, temalı konaklama işletmelerinin ürünleri sunulmaya başlanmıştır.

Karadeniz'in Süslü İnekleri, Post-8

Karadeniz'in Süslü İnekleri

Karadeniz insanı, sütü ve süt ürünleri elde etmek için beslediği hayvanlarını da kendisi kadar düşünen insanlardır. Hele kadınlar, onların inekleri süslemek için dokuduğu, aldığı, taktığı takılar, hayvanlara ne kadar sevgi beslediğinin ne kadar saygı gösterdiğinin de bir nişanesi ve bir vefa duygusudur aynı zamanda. Çünkü, Karadenizlinin bir danası(buzak) olduğunda daha doğduğu anda ilk olarak ona bir isim verilir. Ve o hayvan, o isimle büyütülür ve aile bireylerinden biri halini alır. Yaşar, Gülistan, Yadigar,Hatun, Nazar gibi..



Karadeniz yöresinde kalanlar illa ki görmüşlerdir süslenmiş inekleri. Kafalarında rengarenk püsküllerle süslenmiş hayvanlar olur. Nedeni bellidir aslında ona karşı bir bağlılık ve kabulleniş. Eğer, siz bir Karadenizli iseniz ve o hayvan, evinizin bir bireyi olu vermişse, evet süslenmesi gerekir, çünkü o hayvanın o evin hiçbir bireyinden farkı yoktur. 

Hayvanlar da süsler, yayla yolculuğuna veya bahar ayından itibaren ahırdan dışarı çıktığında hem kem gözlerden korunmak (nazar değmesin)ve hem de kolayca tanınmasını sağlar. Nazarlık, gerdanlık, burunluk, kaşlık, boynuzluk, zil, Çan ve kelek, hayvan doğmadan önce hazırlanır veya çarşıdan pazardan da alınabilir. Veya daha önceki hayvanlardan kalmış, ahırın bir köşesinde saklanmış, asılmış da olabilir. Ahırdan çıkarılmadan hayvan temizlenir ve kafasına, boynuna, gerdanına takıları takılır ve öylece ahırdan çıkarılır. Hayvandaki süs, bir nevi onu bakan insanın hayvana verdiği önemi, değeri ve saygıyı da gösterir. 

Hayvana ne kadar değer verirsen ondan o kadar verim alırsın. Karadeniz insanı yüz yıllarca mandıracılık, yaylacılık yaparak hayatlarını geçirmişlerdir. baktıkları hayvanlar onlar için evlatlarından farklı değildir ve bu abartısız bir yorumdur. Babaannemin inekleri vardı, onlara baktığı gibi evlatlarına bakmazdı, sürekli temizler süsler uygun fırsatlarda gezdirirdi. Babaannemin sağlık durumu bozulunca doktor hayvan bakımını yasakladı ve babaannem bir hafta boyunca ilişiğini insanlarla keski. Nazarım nazarım siyerek arkasından yas tuttu.


Karadeniz erkeği ve kadını için inek çok değerlidir; eve ekmek getiren koca ve yemeği yapan kadının inekten fazla bir değeri oktur. Çünkü geçmiş yılların şartlarında kadınsız ve erkeksiz bir ev olabiliyordu ancak bir büyük baş hayvanın olmadan geçimin olması çok zordu. Belki ihtiyaç doğrultusunda ortaya çıkmış bir bağlılık ancak birlikte yaşadığında kesinlikle oluşan bir sevgi bağı vardır. Sadece ineğe bağlılık değil kendi ineğine bir bağlılık vardır; bir süre sonra hayvan değişmek zorunda kalınca yerine gelen diğerini dolduramaz hale gelir, isterse daha verimli olsun fark etmeyecektir. Her zaman dilde benim Nazarım bir başkaydı olacaktır.



Hayvan süsleme geleneği şimdilerde eskisi kadar yaygın olmasa da yine de yer yer Rize, Trabzon, Giresun ve Ordu’nun yaylalarında görülebiliyor. Bu gelenek aslında Trabzon’da çok daha yaygındır, Şalpazarı, Vakfıkebir, Araklı, Sürmene, Maçka, Düzköy, Akçaabat, Yomra, Arsin, Beşikdüzü ve Of’un yayla yollarında süslü hayvanlara rastlamak mümkündür. Süsler, yayla yolculukları boyunca hayvanlarda durur, yaylaya çıkıldığında veya aşağı inildiğinde süslemeler hayvanlardan çözülür ve ahırdaki yerlerini alır, taki tekrar yola çıkılana kadar.

Atma Türkü, Post-7


Atma Türkü

Atma Türkü, fındık toplarken; çay, tütün kırarken mısır hasadı yapılırken, düğünlerde yayla şenliklerinde, imece çalışmalarında, kız ve erkekler karşılıklı türkü yarışına girişirler.Buna atma türkü denir. Atma türkü geleneği şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş gibidir.

Ünlü türkücülerin çifte kemençe eşliğinde saatler boyunca atıştığını, yarıştı­ğını çoğu kez yenişemeden ayrıldığını gören çok olmuştur. Mısır ırgatlarında ‘’Atma türkü’’geleneği kızlarla delikanlılar arasında uygulanır. Köy evleri­nin’’aşama’’ denilen bölümleri çok yerde tahta bir bölme ile ikiye ayrılmıştır. Bu bölümlerin birinde delikanlılar, ötekinde kızlar ve kadınlar yer alır. Irgatlar bir yandan önlerine yığılan mısır koçanlarını ayıklarken bir yandan da karşılıklı türkü yarışına girişirler. Yarışma çoğu kez delikanlıların yenik düşmesiyle so­nuçlanır. Bu kadına karşı duyulan saygının soylu bir ifadesidir.

Atma türküler halk nükteciliğinin en seçkin örnekleri arasındadır. Karadenizli olup da atma türkü bilmeyen yoktur. Atma türküler genellikle günümüzde yaşlı kesim tarafından kullanılmaktadır. Bir gelin evde iş yaparken kaynanası tarafından atma türkü ile eleştirilebilir. Genel teması eğlence olmakla birlikte aslında aksak görülen yerlere de özel göndermelerdir atma türküler. Atma türküler karşılıklı atışmadır. Hazır cevap olmayı gerektirir; sadece Karadeniz bölgesine ait olmasa da atma türküler yöremiz de çok meşhurdur ve insanlarımızın hazır cevaplılığının bir örneğidir. Geçmiş yıllarda okullarda ya da belirli yerlerde karara varamayan ve yenişemeyen insanlar atma türkü yarışına girerek aralarındaki anlaşmazlığa son verirler ve haklı olanı belirdiler. Şimdi bu türkülere örnek verecek olursak;


Erkek:1-

Atma türkü atarum

Yüregunu yakarum

Eski çaruklarumi

Boğazuna takarum.


Kız:2-

Ata vurdum yulari

At gitmiyi ileri

İki türkü atmadan

Kuruttum o dilleri


Erkek:3-

Ben türkü diye diye

Yoruldu çenelerum

Biraz da siz söyleyun

E benum ninelerum


Kız:4-

Eneceğum çarşiya

Alacağum çarşiluk

Demin türkü söyleyen

Şimdi versin karşiluk


Erkek:5-

Şu karşidan karşiya

Zincur asturacağum

Seslenma e kizcağız

Seni bastıracağum


Kız:6-

Karadeniz üstüne

Yunanli yalilari

Sen bişe bilmeyisun

Gitledin kapilari

Erkek:7-

Oy sanduğum sanduğum

Yeşil boya boyandun

Demin türkü diyiken

Şimdi niye dayandun

Kız:8-

Ha bu evun içini

Gel vuralum karişa

Haçan türkü bilmezsun

Niye çiktun karşıma


Erkek:9-

Aldım ince boncuklar

Dikeceğum astara

Sen bişe bilmeyisun

Niye çiktun yarişa



Kız:10-

Agirda ifteriler

Üstünde lağanalar

Geldi geçti karşıma

Bir çift salahanalar



Erkek:11-

Ne durursun durursun

Durupta duşunursun

O seyrek muncurlari

As duvara kurusun



Kız:12-

Karşida peteklerum

Çift oldu köpeklerum

Bağırma bağa köpek

Ben yarumi beklerum


Erkek:13-

Karayemiş dibine

Bir kurşun atacağum

İnadum inat olsun

Seni basturacağum


Erkek:14-

Ayağundaki mesler

Yere değmeden sesler

Ali’nin kulakları

İkimizi de besler

Et'e Ayak Basma, Post-6

Et'e Ayak Basma

Her yörenin kendisine has inanç ve değerleri vardır. Bazı yerlerde göbek bağı gömme gibi inanışlar vardır. Bağı nere gömersek çocuğun o mevki ve değere ait olacağı düşünülür. Trabzon yöresinde ise göbek bağı bir çekyatın altına koyulur ve oradan ne kadar çabuk kuruyup kaybolursa çocuk ilerde hayata o kadar hızlı ve iyi başlar.

Bunun dışında farklı inanç ve düşüncelerimizde vardır. Halk olarak biraz aceleyi severiz, her şey çabuk olsun isteriz. Bunlardan birisi de yeni doğmuş olan çocuğumuzun bir an önce büyümesi ve yürüme aşamasına gelmesidir. Ayakları üzerine basma vaktine gelip hala bunu yapamamış olan çocuğu aileleri ilk önce panik olmaya başlarlar fakat kacakarı ilaçlarımız sağ olsun olaya hemen çözümü bulurlar; ete ayak basmak. Kısaca durum şöyle gerçekleşir; kasaptan bir et alınır ve üç parçaya bölünür, çocuk bu üç parçaya üç gün peş peşe bastırılır ve anne her gün bir parçasını yer. Bu süreç tamamlandıktan yedi gün sonra çocuğun basmaya başlayacağı söylenir.

İlk bakışta anlamsız gelebilir ancak canlı şahit olduğum bir durum olmasından dolayı hala duruma olabilir payı ile bakıyorum. Çoğu zaman da tez canlı oluşumuza veriyorum işi belki de geçen 10 gün içerisinde çocuk zaten ayak basacaktı.

Yöresel Giyim-Kuşam, Post-5

Yöresel Giyim-Kuşam

Giysiler daha ziyade koyun-keçi yününden dokumalardı. Ayrıca kendirden dokunan keten giyecekler ve gurbete giderek alınabilen giysilerdi.

Erkekler, pantolon yerine yünden zipka, şal; tevekten gömlek, yün çorap, çarık, fes veya kuşak giyerler; yırtılan, sökülen yerleri devamlı dikerek(sırıma) yıllarca kullanırlardı.
Kadınlar, yün peştamal, yün şal, keten gömlek, kuşak(bele sarılan), yün çorap, çarık, gütni yallık(yakalık), tabla, çember giyerlerdi.
Ama günümüzde tamamen terzi ve konfeksiyondan giyinilir. Eskiden bir erkeğin kıyafetini şu giysiler oluştururdu:

Fes/Kuşak(Guşak): Erkekler için fes başa konur, kuşak ise başa sarılırdı. Tamamen yünden ve yerli dokuma idi. Bugün eski fes ve kuşak pek kullanılmamaktadır. Fes yerine şapka veya fotör takanların sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. Daha ziyade başlar açık bulunmaktadır.


Göynek: Bugünkü atlet veya fanilanın yerini almaktaydı. Tamamen yerli dokumadır. Hammaddesi tarlada yetiştirilen kenevir kabuğudur. Bu bitkiye halk kendir der. Bunun dokunmuş kumaşına halk tevek der. Göynek tevekten biçilir ve dikilirdi. Bugün artık kullanılmaz. Bütün tevek tezgahları dağıtılmış, yerini hazır giyim almıştır.


İç don: Eskiden adına tevek donu denirdi. Bu günkü kilot, şort yerine giyilirdi. Bu da aynı göynek gibi yapılırdı.

Zipka/Pantolon(Pontul): Bu pantolonun paçaları çok dar ve yanlardan düğmelidir. Bunun tam aksine yukarısı oldukça geniştir. Yün dokuma kumaştan yapılır. Tamamen yerlidir. Yün dokumacılığı, tevek dokumacılığına göre tamamen farklıdır. Tanıtmaya çalıştığımız zipka, pantol bugün artık giyilmez, yerine normal pantolon giyilmektedir.

Ceket(Ceget): Yine yün dokumadır. Zipka pantolon ile takım olarak giyilir. Takımın rengi, alt-üst siyahtır. Bugün zipka gibi bu da artık giyilmez; yerini, konfeksiyon ve terzi imali ceketler almıştır.

Çorap(Corap): Halkın "corap înesi" dediği küçük şişlerle-yün ipliğinden-elde örülmektedir. Rengi, yünün rengidir; boyama yapılmaz. Bugün kış mevsimlerinde bu çoraplar hala giyilmektedir.

Çarık(Çaruk): Deriden elde yapılır, ayağa giyilirdi. Eskiden ayakkabı yaygın değilken tamamen bu çarıklar giyilirdi. Ancak uzun süre dayanıklı değildi. 

  •  Kadınların, eskiden giydiği elbiseler şunlardı:

Yallık/Yarlık: Kutnu denen kumaştan yapılırdı. Bu kumaşı, pamuk ya da ipekle karışık, kalın, ensiz kumaş diye tanımlayabiliriz. Kadınlar bunu, dört ucundaki ipleri vasıtasıyla yakalarına, göğüslerinin üzerine takarlardı. Bugün kesinlikle yok oldu. Genç kızlar içinde belki adını bile duymayanlar vardır.

Çember(Cember): Yerli yazma'dır. Yemeni tipindedir. Karadeniz'e mahsus özel tip bir dokumadır. Hanımlar, başını örtmede kullanırlar. Siyah üzerine beyaz renkte ince desenler yapılmıştır. Kadınlar arasında bu desenler pisik çavunu (kedinin ayak izi), veya dallı diye adlandırılmaktadır.

Tabla: Yukarıda anlattığımız çembere bir ilave ile değişik bir görünüm, bir tür model olarak başa sarılan şekli. Tablada iç sargı, çiçekli kısmı öne gelecek şekilde köşeli bir görünüm arz eder. Bu sargının açık bıraktığı kısımlar da, diğer çember ile kapatılarak normal yazma şeklinde sarılır. Tabi bu tabla sarma işi, biraz da beceri gerektirir. Düğün ve benzeri özel günlerde genç kızlar, kendine göre daha usta bulduğu arkadaşlarına rica ederek kendi tablasının da güzel olabilmesi için yardım ister. Bugün bu kıyafet de, yerini tamamen normal yazmaya bırakmıştır. Sadece özel gelin kıyafetinin bir parçası olarak gelinlere yine sarılmaktadır.

Fistan(Fisdan): Kadın elbisesidir. Vücudu yukarıdan aşağıya kadar örtmektedir. Kendine göre özel, mahalli dikiş şekli vardır. Mahalli terziler bu ihtiyaca cevap vermektedir. Etekleri kıvrımlı, yakaları kıvrımlı ve işlemelidir. Bu işleme makine ile yapılan zikzak renkli dikişlerden ibarettir. Etekleri üst üste bindirilerek kırmalı dikilir.

Bel kısmı daha dar, uzunluğu diz hizasına kadardır. Fistan henüz tamamen ortadan kalkmış değildir. Yine gelinlere giydirildiği gibi halktan da genç kız ve kadınlar ara ara giymektedirler. Bu tip fistanlar bugün dünya moda evlerinde Şoray modası, Çingene modası adı altında piyasaya hakim olma yolundadır. Kıvrımlı tipleri bu yolla ağır paralarla satılmaktadır. Köydeki yerli kadın terzileri bunun çok daha iyisini dikmektedirler. 

Kuşak(Guşak): Kadınların bırakamadığı, bu gün de hala her kadının kullandığı hatta kullanmayanların belki biraz da ayıplanmasına sebep olan bir kuşamdır. Kuşak, her dönemde para ile alınmış, hiçbir zaman yerli olarak dokunmamıştır. Kuşak, bele sarılır. Kalın dokumalı, kırmızı-sarılı renkte ve yünden yapılır. 

Peştemal(Peşdambal): Kuşağın üzerine sarılır. Fistan hizası uzunluğundadır.Yana ve arkaya olmak üzere iki türlü bağlama şekli vardır. Fakat genellikle yana bağlanır. Peştemal, iki türlüdür. Eskiden, yerli dokuma, yün olanları kullanılırdı ki, bunun rengi siyah idi. Bu türleri artık yok oldu. Yerini, para ile alınan ve genellikle Trabzon-İskefiye(Çarşıbaşı) köylerindeki tezgahlarda dokunan kırmızımsı ve beyaz renkte geniş çubuklu, pamuklu dokuma olanı almıştır. Beyazının parlaklığına göre ve kırmızısının koyuluğuna göre kara peştemal (peştambal) ve beyaz peştemal olmak üzere bu da ikiye ayrılır. Bugün hep bu iki çeşit kullanılmaktadır.


Yörekbağı : Genç kızlar, beline ve peştemalın üzerine sararlar. Tamamen yerli dokumadır. Ham maddesi, renkli yün ipidir. Genişliği, iki santimi pek geçmez. Uzunluğu, iki metre civarında olur(Kullanacak olanın bel genişliğine bağlıdır). Ucu, aynı tür iplerle yapılmış püsküllerle donatılmıştır. Bugün artık kullanılmamaktadır. 

İşlik / Yelek : Bugün yelek olarak bilinen bu giysinin eski adı işlik idi. Ancak işlik'le yelek arasında farklılıktan da söz edebiliriz: Yelek, işliğin biraz daha geliştirilmiş şeklidir, diyebiliriz. İşlik, kadınların giydiği kollu bir tür ceket iken yelek; kolsuz, renkli kumaşların ve üzerindeki nakışların bir kompozisyonudur. Yeleği, yine mahalli terziler yapmaktadır.Yelek, genç kızların zevkle giydiği bir giysidir. Düğün-dernek gibi özel günler ve bayramlarda giyimin bir parçası olma özelliğini hala sürdürmektedir. Yeleğin, önden düğmesi yoktur. Uzunluğu, bel hizasındadır. İşlemeli kısmı, daha çok ön ve etek kısımlarıdır. Son zamanlarda, sarı rengin hakim olduğu yelek, yaygınlaşmaktadır. 


Kaynak: http://www.nuveforum.net/1686-trabzon/60187-trabzonda-giyim-kusam-kulturu/

Bilyali, Post-4

Bilyali
Uzun düz bir tahtadan yapılan ve genellikle tekerlekleri için bilye kullanılan arabalardır. Karadeniz bölgesinde engebeli arazilerde bisikletin yerini almış eğlence araçlarıdır.

Genellikle tahtadan oluşan gözdenin altına uzun kalın tahta koyulup uçlarına bilye bağlanarak yapılan bir oyun aracıdır. Arka bilyeleri tutan tahta çubuk gövdeye birkaç çivi ile monte edilir; ön çubuk ise tek bir çivi ile monte edilerek her iki ucundan ip bağlanılarak direksiyon haline getirilir. Gövdenin her iki tarafına dikey olarak hareket edebilen tahtalar çakılır ve bunlar ile fren yapılır. Araçlar genellikle önlü arkalı olmak üzere iki kişilik olurlar ve birisi direksiyonu kontrol ederken diğeri fren fren, yol ve rakip üçlemesini kontrol eder.


İlk dönemlerde daha çok bilye kullanılarak yapılan bu araçlar daha sonraları arazi şartlarından dolayı el arabası ve bebek arabası tekerleri gibi daha seri malzemelerden yapılmaya başlandı. Farklı yörelerde farklı şekillerde de yapılan bu aletler çocuklar arasında birer prestij kaynağıdır, en gösterişli ve hızlı olan daima örnek alınır ve kopyalanır. Arazi şartlarına uygun hale getirilir ve yarışlarını düzenlenir.


Her zaman yarış ve eğlence için kullanılmazlar; pek çok kez çayı ve odun taşımak için büyüklerinde işini görür bu aletler. Dediğim gibi bu oyuncaklar daha çok bisiklet yerine kullanılırdı, günümüzde görmek pek mümkün olmuyor artık. Her dönemin eğlence anlayışı farklı oluyor; fukaralığın getirdiği bisiklet olmayışından mı yoksa aksiyon arayışı mı bu eğlenceyi ortaya çıkardı bilinmez ancak bisiklete binip bilyali kadar keyif alana rastlamadım. Eski dönemin Go-Cart anlayışı bu topraklardan çıkmış anlaşılan.


Hanifta, Post - 3

Hanifta
Kimi yerlerde dağ çileği diye bilinen bir meyvedir. Çilekten çokça küçük yabani bir mevye. Trabzon çevresinde elle dikilmemiş meyvelere genelde yabani denir, yaban inciri, yaban armudu vb.


Doğu Karadeniz yöresinde daha çok fındık ocaklarının dibinde yetişirler. Çileğe göre ekşi bir meyve olmasına rağmen olgunlaştıkça tadı artar ama yine de ekşimsi bir tadı vardır. Çocukların hem şekeri hem eğlencesidir hanifta. Bir avuç hanifta için saatlerce dolaşmak gerekirdi fındık ocaklarını. Hanifta öyle tas ile çanta ile de toplanmaya gidilmez, çiçeğinin uzun sapına geçirilerek biriktirilir; çoğu zaman bunlar taç şekline getirilip kafalara takılırdı.


Toplayıp geldiğimizde büyüklerimiz bakar beğenmezdi; biz sizin yaşınızda neler çıkartıyorduk derlerdi. Maalesef zaman ilerledikçe yaban meyveleri de azalıyor bununla birlikte bilinirliği de. Sokakta oynayan küçük çocukları görünce gidip hanifta toplayın dediğimde “ o da ne “ der gibi bakıyorlar insanın gözünün içine halbuki biz mevsimi gelmesi için dört gözle bekler, topladığımızı dondurma yapmak için can atadık; buzluğa koyduğumuz da çıkmasını bekleyemez dakika başı gider kontrol ederdik. Çoğu zaman beklemeye dayanamayıp gidip yine toplardık.


Sadece dondurması değil reçeli bir başka olur haniftanın, o ekşimsi tadı reçel kıvamı ile birleşince tadına doyum olmaz. sağlık açısından da çok faydalı bir meyvedir. Çocuk felci, ağız ve deri yarası mikroplarına karşı öldürücü etkisi vardır. Sinirleri kuvvetlendirir ve romatizma ağrılarına da iyi gelmektedir. Çok tüketildiği zaman alkol etkisi yarattığı söylenmektedir. 

Fırsatınız olursa bol bol yemeniz dileğiyle...

Tarihi Konakönü Mahallesi - Post-2

Konakönü Mahallesi
Konakönü, Trabzon ili Araklı ilçesine bağlı bir mahalledir. Araklı'dan Trabzon istikametine doğru ilçenin sahil sınırları içinde yer alan, eskidende Sürmene'ninde merkezi olan mahallede birçok tarihi ev bulunmaktadır. Araklı ilçesinin en eski ve tarihi mahallelerinden birisidir. Sürmene ilçesinin eski kayamakamlık konağı ve şimdiki Araklı kaymakamlığının kaymakamlık evi bu mahallemizdedir. Adınıda konaklarından almıştır. Ayrıca mahallenin sahil kesimleri kayalık olup, doğal plajlar mevcuttur. Araklı,Sürmene gibi ilçelere geçmenin tek yolu olduğu için sahil tarafındaki yol çok yoğundur ancak 2009 yılında yapımı tamamlanan tünel sayesinde sahil tarafından geçen araba sayısı büyük miktarda azaltılmıştır. 
Bölgedeki akrabalık ve arkadaşlık ilişkileri oldukça gelişmiştir. Konakönünde yaşayan insanlar manzara ve deniz bakımından çok zengindirler. Neredeyse her evin manzarası kusursuz bir doğa ve deniz manzarasına sahiptir.Yazın hem kendi evlerinin denizine hem de kendi aralarında yalı ismini verdikleri bodrum kıyılarını aratmayan bir plaja sahiptirler.

Daha önceleri uzun kumsala sahip olan mahalle sahil yolu projeleri sonucu dar bir alana kadar çekilmiştir. Mahalle ismini konaklarından almaktadır; daha önceleri sadece konaklardan ve kır evlerinden oluşan mahalle son dönemlerde arsa satışları sonucu farklı mimari yapılaşmalara açılmıştır. 2007 yılında bir yasa ile mahallenin yıkık konakları devlet tarafın kültür mirası olduğu için ücretsiz onarıma alınmıştır ancak bu yasa sadece mahallenin ortasından geçen otoyolun deniz tarafını içerisine almaktadır.

Mahalle isminin geldiği konakları hala barındırmakla birlikte geçmiş dönemlere nazaran bu sayıda ciddi azalmalar mevcuttur. Kimi konaklar sülaler arası çekişmeden yakılıp yıkılmıştır kimisi ise çürüyüp yok olmaktadır. Trabzon içerisinde olayları ile meşhur olan Araklı içinde bulunan mahalle görünümü ve yaşantısı ile ilçeden ve hatta çoğu noktada Trabzon ilinden farklı bir duruş çizmektedir. Ancak dediğim gibi mimari yapılanmaya açıldıktan sonra güden güne bu özelliğini de kaybetmektedir. Konakönü şu anda komşu mahallesi Kalecik ile Araklı turizm merkezi olarak anılmaktadır.


Mahalle de genellikle Hasançebi, Alioğulları ve Civelek aileleri yaşamaktadır. Alioğulları belirli siyasi ve çatışma sebeplerinden ötürü soyadı değişikliği yapmış Hasançebi sülalesine bağlı bir ailedir. Mahallede şu anda en büyük paya sahip aile Hasançebi ailesidir.

26 Mart 2014 Çarşamba

Trabzon Ve Kültür Bileşenleri: Dil, Ayin, Sözcük, Yerleşim Yeri; Post - 1

  Kalandar gecesi eğlenceleri Ocak 13 – Araklık 24 tarihleri arasında gerçekleşir. Kalander aslında yöremiz halkı için yılın bir ayını temsil eder ve yöremizin yaşlı insanları tarafından halen kullanılmaktadır. Bu ayda yöre gençleri bazı eğlenceler ve oyunlar düzenlerler; ayrıca ay kendi içerisinde bazı efsaneleri de barındırmaktadır. Bu ay içinde gerçekleşen oyunlar genelde hareketli içerikli folklorik oyunlardır ve kışın en soğuk ayı ile bağlantılıdır. Oyunlar genellikle hareket halindedir, yöresel oyunlar oynanarak ev ev dolaşılıp yiyecek içecek erzaklar toplanılır. Kapılara gelindiğinde;

’’ Kalander gecesi devlet bacası,
   Tasımı dolduran cennet hocası,
   Doldurmayan cehennem hocası,
   Üstünde erkeği, altında dişisi.“ gibi tekerlemelerle ev ahalisinden istekte bulunulur.

   Kalandar ayı kendisiyle birlikte bazı inanışları getirir, bunlardan birisi bu ay girdiğinde eve ilk giren bireyin ya da ailenin karakterine göre yılın şekilleneceğine inanılır. Bunun için genellikle köyün ya da mahallenin iyi huylu çocukları evlere ilk sokulan kişiler olunur ve bu kişilere hediyeler verilir. Bununla birlikte bazı yerlerde uğurlu olduğuna inanılan hayvanların sağ ayakları ile eve girmeleri sağlanır. Baktığımızda gelenekler tek bir millete özgü gelenekler barındırmamakla birlikte beldeler arasında kutlamalar farklılık gösterebilir. Pontus kültürünün yaygın olduğu Maçka yöresinde Rum kültür ögeleri de bu gecelere dahil edilir. Özellikle bu gecelerde oynanan seyirlik oyunlar Momoyer/Karakoncilo Rum tek sahnelik oyunlarıdır.

   Ayrıca bu ayda ortaya çıktığına inanılan ve büyüklerimiz tarafından görülen Yaban Adamı mitimiz vardır. Şekil olarak uzun boylu, kıllı bir surat, geniş bir cüsseye sahip, ormanda hayvanlar tarafından büyütülmüş aslında insan olan bir canlıdır. Bazı evlere ve kişilere musallat olan ve kendisinden kurtulmak için belli ayinlere kullanılan bu canlı vahşi bir yaşama sahiptir. Bu duruma en yakından tanıklık etmiş olanlardan biri büyük annemdir. Gençliğinde odun taşımaya gittiklerinde akşam vakti girince fındıklık yamaçlarında görünüp büyük annemi korkuturmuş, normal bir insanın atamayacağı mesafeye büyük taşlar atar eve yaklaşana kadar takip edermiş. Geceleri gelip ahır kapılarının zincirini sabaha kadar aralıklarla sallar ev ahalisini korkuturmuş. Bir süre sonra babaannemin amcası belli yerlerden bilgi alarak bu durumdan kurtulmak için, evin içinden 100 koyun geçirmiş ve içlerinden birisi kurban olarak kesmiş bu durumdan kurtulmuşlardır.

Yaban Adamı Temsili Fotoğraf


   Köy içinde bu durumu çok uzak olmayan mesafelere haberdar etmek için ıslık ve eskiden yöremizde yaygın olan kuş dili kullanılırdı. Kuş dili yöremizde halkın zorunlu şartlardan geliştirdiği birbiri ile yardımlaşma durumlarında kullandığı karmaşık olmayan cümlelerin kurulduğu bir dildir. Köylerde önemli haberleri duyurmak için karşı vadide olanlara kuş dili ile seslenme yapılırdı, ekine giderken yardım istemek, fındığın bittiğini diğer fındık toplayanlara duyurmak için kullanılan bir dildir. Genç neslin çok az bildiği bir dil olan kuş dili, Giresun’un Kuş Köyün’de halen etkin olarak kullanılmaktadır ve belli dönemlerde haberlere konu olmuştur.https://www.youtube.com/watch?v=cIUMgCqus24


   Dil olarak kendi içerisinde farklılaşan Karadeniz Bölgesinde Trabzon’un kendine has kelimeleri de vardır. Bunlardan birisi de “Ula” kelimesidir. Bu kelimenin kökeni Arapça olup; birinci, şeref sahibi erkek ve kadın anlamlarını taşır. Dışarıdan kaba bir kelime gibi duran “ Ula “ Trabzon’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından fetihte büyük mücadele veren Trabzon halkına verdiği bir unvandır. Bir benzeri Erzurum’un “ Dadaş “ kelimesidir. Dadaş kelimesi koruyan savunan sahip çıkan anlamına gelir ve Ruslar Erzurum'u işgal edince orayı terk etmeyen halka verilmiş olan bir unvandır.

   Dışarıdan kaba bir kelime gibi görünen “ Ula” yöre de çok yaygındır. Mesela Hamsiköy’de bir lokantaya giden amca garsona “ Ula bana bir Hamsiköy Sütlacı” diye seslense bu ayıplanacak bir durum değildir ancak dışarıdan gelmiş bir turist bunu böyle algılamayacaktır. Ula kelimesini küçükler büyüğüne kullanınca bir kabalık ortaya çıkabilir sadece.


   Bu arada Hamsiköy demişken; burası Trabzon’ un Maçka ilçesine bağlı bir köydür. Köyün ismindeki hamsi aslında Arapçadan gelmiş olan Hamse’dir. Hamse Arapçada “ Beş” manasına gelir. Hamsiköy birbirine yakın beş yerleşim yerinin birleşmesi ile meydana gelmiştir ve zaman içerisinde burada ki hamse kelimesi yörenin simgesi olan “Hamsi” ye dönüşmüştür ve köy isimlerinin Türkçeleştirilmesi çalışması sonucu resmiyete dökülmüştür. Ve diyarımızda sütlacı en güzel yiyebileceğiniz yer Hamsiköy’dür.

Hamsiköy Yol Haritası
        
Hamsiköy Sütlacı